Yayınlanma Tarihi: 27/10/2021 |21,9 min read |

Konservatuara Hazırlananlar İçin Komedi Tiradları

Komedi tiradları konservatuara giriş sınavlarının önemli bir parçası. Ses, nefes kontrolü, beden eğitimi ve kültürel birikimin yanında doğru komedi tiradını çalışmak sınav ve seçmelerde oyuncuların işini kolaylaştıran noktalar arasında.

Peki doğru tirat nasıl seçilir? Öncelikle karar kıldığınız tiradı iyi anlamış olmanız gerekir. Fikrini özümseyemediğiniz komedi tiradlarını çalışarak zaman kaybetmemekte fayda var. Sonrasında ise tiradın bedeninize ve ses becerilerinize ne kadar uygun olduğuna karar vermek önemli. Bedensel olarak kavrayamacağınız bir tiradı sahnelemek sizi zor duruma sokabilir. Örneğin Çehov’un ünlü Ayı oyunundaki Smirnov erkek komedi tiradları arasında oldukça popüler olmasına rağmen gerektiği gibi içselleştirilmediğinde her oyuncu adayı için uygun olmayabilir.

Bu yüzden birden fazla tiradı defalarca okuyup gözden geçirmeniz gerekebilir. Hem yorucu hem de eğlenceli olan bu süreçte biraz yolunuzu kaybetmeniz normal. Eğer siz de erkek ve kadın komedi tiradları ararken yolunu kaybedenlerdenseniz oyuncu adaylarına yönelik hazırladığımız konservatuar için komedi tiradlarını aşağıda bulabilirsiniz.

 

Kadın Komedi Tiradları

Konservatuar için komedi tiradları ararken kendinize uygun olanı bulmakta zorlanabilirsiniz. Aşağıdaki kadın komedi tirat örneklerini çalışırken hem kendi becerilerinizi keşfedebilir hem de doğru tiradı bulabilirsiniz.

Sevgili Doktor

KIZ (…) Efendim? (…) Ooo…Nina. (…) Evet efendim. Yo, hayır efendim… Nina Mikhailova Zerekhnaya. (…) Benim yaşım mı? (…) (Düşünür) Kaç yaşında birini arıyordunuz? (…) Tabii. Yalnız şunu bilmenizi istiyordum. İstediğiniz yaşa girebilirim. On altı, otuz…Okulda yetmiş sekiz yaşında, romatizmalı bir kadını oynamıştım. Herkes oyunun çok inandırıcı olduğunu söylemişti. Bu arada yetmiş sekiz yaşında romatizmalı bir kadın da. (…) Yirmi iki efendim. (…) Fena halde nezleyim efendim. Beni daha yaşlı gösteriyor. Geçen yıl grip olmuştum. Doktor beni otuz dokuz yaşında sandı. Size söz veriyorum gerektiğinde yirmi ikilik gösterebilirim. (Alnını siler) (…) Evet, efendim otuz dokuz derece. (…) Olmaz efendim. Çok rica ederim. Bu sınava girebilmek için tam altı ay bekledim. Altı aylık bekleme listesine girebilmek için de üç ay beklemiştim, zaten. Beni bu listenin sonuna koyarlarsa, bir altı ay daha beklemem gerekecek. O zaman da yirmi üç yaşında olacağım, yirmi iki yaşına dönmem güçleşecek. Lütfen, okumama izin veriniz. Kendimi çok daha iyi hissediyorum. (Alnını yoklar) Sanırım ateşim otuz yediye düştü. (…) Buraya dört günlük yoldan geldim. Beni bir kerecik olsun dinlemeyecek misiniz? (…) Bana iş vermeseniz bile, size bir oyundan bir parça okumak beni bütün hayatımca mutlu eden bir anı olurdu. Cüretimi bağışlayın ama bana kalırsa siz koskoca Rusya’da yaşayan en büyük yazarlardan birisiniz. (…) Yazdığınız hemen her şeyi okudum…Makaleleri, hikayeleri (Güler) Bir tanesi çok hoşuma gitmişti. Hani (Daha fazla güler) Hani şey vardı. (Artık kendini tutamaz, çılgınca güler) Aman ya rabbim, her aklıma gelişinde kendimi tutamıyorum. (…) (Gülmeye devam ederek) “Bir Devlet Memurunun Ölümü”. Aman ya rabbim, günlerce gülmüştüm. (…) Çerdyakov? Aksırık…Hani amirinin tepesine hapşıran adam. (…) Hüzünlüydü tabii. Günlerce ağladım. Acıklı bir biçimde gülünçtü. (…) Baş üstüne efendim, sağ olun efendim. (Boğazını temizler, tam başlayacağı sırada) Affedersiniz efendim, lütfen Ta-ra-ra-bum, ta-ra-ram, kaldırıma otursam der misiniz? (…) Bilmem efendim kendiniz yazmışsınız. Oyunun sonunda Çebutkin söylüyor. Siz o tek cümleyi tekrarlarsanız bana çok yardımı dokunurdu. Tam altı ay bekledim efendim. Taa Odesa’dan yayan geldim. (…) Evet efendim (…) Maşa söze şöyle başlar: Şu müziğe kulak verin. Bakın, bizi terk ediyorlar. Bir tanesi büsbütün aramızdan ayrıldı. Hayatımıza yeniden başlamak için yalnız bırakıldık. Ama yaşamak gerek… Yaşamak gerek…İrina şöyle der: Bir gün gelecek, Herkes bütün bunların nedenini bilecek. (Beklediğimizden daha büyük bir duyarlık ve şefkatle söylemektedir bu sözleri) Böylesine acı çekmek neden? Bir gün gelecek, bütün sırlar birer birer çözülecek. Ama şimdi yaşamalıyız… Çalışmalıyız. Bizi çalışmak kurtarır ancak. Yarın yapayalnız okula gidip ders vereceğim. Bana ihtiyacı olanlara adayacağım yaşamımı. Şimdi sonbahar. Az sonra kış bastırıp her şeyi karla örtecek ve ben çalışacağım, çalışacağım, çalışacağım! “Devam edeyim mi?” (…) Olga der ki: Bando mızıka ne kadar canlı, ne kadar yiğitçe çalışıyor. Yaşamak isteği uyandırıyor kişide. Tanrım, zaman geçecek. Bizler büsbütün silinip gideceğiz. Bizi unutacaklar, yüzlerimiz unutulacak…Seslerimiz, kaç kişi olduğumuz. Ama çektiğimiz acılar bizden sonra gelenler için neşeye çevrilecek. Mutluluk ve barış gelecek şu yeryüzüne. O zaman şimdi yaşananları sevgiyle, hayırla anacaklar. Sevgili kız kardeşlerim biraz daha sabretsek, biraz daha zaman geçse, bileceğiz gibi geliyor bana neden yaşıyor, neden acı çekiyoruz…Keşke bilseydik…Keşke bilebilseydik…(Durur) Teşekkür ederim, efendim. Sizden istediğim sadece bu kadardı. Beni çok mutlu ettiniz… Tanrı da sizi mutlu etsin efendim. (Sahneden uzaklaşır. Sahne boştur.)

Yazan: Anton ÇEHOV

Uyarlayan: Neil SIMON

Çeviren: Sevgi SANLI

Bir Evlenme

AGAFYA TIHONOVNA – Aman yarabbim… Karar vermek ne güç şeymiş… Bir kişi, iki kişi olsa ne ise… Ama dört kişi… Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek… Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç’in dudaklarını, İvan Kuzmiç’in burnunu alsak… Baltazar Baltazaroviç’in de halini tavrını… Bunun üzerine de İvan Pavloviç’in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün… Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olour. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz… Hele aşık olan kızlar… Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun… İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kağıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A… hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor… Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta… yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.

Yazan: Nikolay V. Gogol

Çevirenler: Melih Cevdet Anday – Erol Güney

Size Nasıl Geliyorsa

PHEBE – Onu soruyorum diye seviyorum zannetme

haddini bilmeyen bir çocuk

bununla beraber hoş konuşuyor

ama sözlerinden banane

yine de, söylenen laf dinleyenin hoşuna gidiyorsa sözün tesiri hoş olur

sevimli bir delikanlı

pek sevimli değil, fena halde kurumlu

ama kurumu ona çok yakışıyor

tam bir erkek olacak en güzel tarafı yüzü

dilinin açtığı yaraları, gözleri iyi ediveriyor

pek boylu değil, ama yaşına göre boylu sayılır

bacakları şöyle böyle, ama iyi

dudağında şirin bir kızıllık vardı

yanağına karışan kırmızıdan biraz daha olgunu

biraz daha hararetlisi; tam kırmızıyla gül pembesi arasındaki fark gibi

bazı kadınlar vardır ki Sylvius onu benim gibi inceden inceye gözden geçirmiş olsalar hemen aşık olurlardı

oysa ben seviyor değilim, sevmiyor da değilim

nefret de etmiyorum ama

Yazan: William Shakespeare

Çeviren: Bülent Bozkurt

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım

NİLÜFER – Benim adım Nilüfer. Nasıl tanıdınız beni o kadar mektup arasında? Nasıl Fer’li kadınlar? Ne tesadüf, şimdi de hayatınıza bir Nilüfer giriyor… Onları nasıl unutamadınızsa, beni de unutamayacaksınız. Pek yakında olağanüstü bir şey olacak… Sade siz değil, bütün Türkiye beni unutamayacak… İsterseniz başından anlatayım? Bir arkadaş davetinde tanıştık. Adı Sekban’mış. Nonşolant bir hali vardı. Pipo içiyor ve alçak sesle konuşuyordu. Derhal yıldırımla vurulmak derler ya, öyle vuruldum. Düşünün bir kere, erkeklerin çoğu çayı şekerli, ya da az şekerli içer, bu kırklama içiyordu. İdealimdeki erkek… Sonrası, deliler gibi seviştik. Ama gel gör ki, ailelerimiz bizi birbirimize vermiyor. Bir çeşit Romeo Jüliyet durumu. Romeo Jüliyet canım. Biz kaçmaya karar verdik. Sekban Mobil Oil’de çalışıyor, tahsili yok ama, İngilizcesi iyi, ayda 2500 lira alıyor. Dün tam hazırlanıyorum, kapı. Bir buket menekşe, en sevdiğim çiçek menekşedir. Üzerinde kartı vardı. “Affet beni Nilüfer, şirket beni Güney Afrika’ya gönderiyor, bu işi burada keselim, daha iyi.” Sonsuz sevgiler, imza… Taksiye atlıyorum hemen, ver elini Ayazpaşa. Benim için ağladığını söyleyen o ahlaksız serseri, sanlar giymiş bir kızla el ele, bir de bakıyorum Müjgân… En iyi arkadaşım Müjgan. Bir yanda Müjgân, bir yanda-.. Evet, yalan ki ne yalan. Sekban’la Müjgân, ne deseler bana beğenirsiniz? Utanıp kızaracak yerde. Bizim dalga uzunluklanmız, birbirine uymuyordu. Zaten her aşkın belirli bir süresi olur, o da geçti. Oysa Müjgân’la adlarımız kafiyeli, ruhlarımız da eldiven gibi birbirine uyuyor. Evet, Sekban’la Müjgân… Ben çok içli, mağrur, onurlu bir kızım… Açtım ağzımı, yumdum gözümü, dola-dım saçlarını elime, küfürün bini bir para, Müjgân elimi ısırdı, ben Müjgân’ın suratına tukurdum. O bana firijit karı tutsaydın da kaptırmasaydın herifi dedi. Ben ona, senin numaralarını elbette bilmem, sokak orospusu, dedim… Değil mi efendim? Benim de bir gururum, onurum, görgüm, aile terbiyem var… Sizi kendime vasi tayin ettim. İntihar edeceğim… İntihar edeceğim. Kararımı hiçbir şey değiştiremez. Artık hayattan nefret ediyorum. Dostluktan, aşktan, insanlardan nefret ediyorum. Nesine yani? Yaşayıp ne olacak sanki? Kararımı verdim (Vicdani’nin omzuna yaslanıp yüksek sesle ağlamaya başlar.) (Birden ağlaması kesilir. Sinirlenmiştir.) A sus yahu, boşuna kafa ütüleme. Ben bir şeye karar verdim mi, kim gelse caydıramaz… (Kendini toparlar.) Ben sizi sadece sütununuzdan tanıdığım için, çok da tonton bir insan olduğunuz için seçtim. Sizi kendime vasi tayin ediyorum. Mirasımı siz taksim edeceksiniz. Kalp şeklinde bir menekşe çelengi istiyorum. Ortasında onun baş harfi bulunsun. Evet, gazetelere onun için intihar ettiğim yazılsın. Evet… Resmimiz gazetede yan yana çıksın. Buyurun… Resmi de getirdim. Müjgân’a dair tek satır olmasın. Sekban beni istemiş olsun, ben varmamış olayım. Sekban’a inat. Onu vicdan azabı içinde bırakmak için! Bir de bu mevzuda yerli film çevrilsin. Adı Menekşeli Vadi konsun. Levent’in arkasında buluştuğumuz vadiye biz bu adı koymuştuk. Vasiyetim bu kadar.

Yazan: Haldun Taner

Erkek Komedi Tiradları

Doğru komedi tiradını bulmak zor iş: bulduktan sonra çalışmak daha zor! Bu yüzden motivasyon çok önemli. Seçtiğiniz tiradı sevmeniz çalışırken motivasyonunuzun yüksek kalmasına yardımcı olur. Eğer hala sevdiğiniz bir komedi tiradı bulamadıysanız aşağıdaki erkek komedi tiradlarına bir göz atın!

Ayı

SMİRNOV – Para işlerini düşünemeyecek durumdaymış. Laf! (Taklit eder) “Kocam öleli tam yedi ay oldu! Hıh! Bana ne? (Arkasından bağırır) Bu faiz ödenecek mi, ödenmeyecek mi bankaya? Sana basit bir soru soruyorum: Bu para ödenecek mi, ödenmeyecek mi? Yok, kocan ölmüşmüş, yok durumun kötüymüş, yok kâhyan bilmem nereye gitmişmiş, yok şu, yok bu! Bana ne bütün bunlardan! Ha? Ne yapmamı istiyorsun? Kendimi kaldırıp atayım mı bir yerlerden? Kafamı duvarlara mı vurayım? Bir balona mı binip kaçayım? Öteki borçlu heriflerden haberin yok senin! Gruzdeff’e gittim, evde yok. Yoroşeviç’e baktım, herif bir yerlere saklanmış, Kuritsin’i buldum. Öyle kavga ettik ki, herifi pencereden aşağı attım. Listemdeki herkese gittim, metelik bile alamadım. Sonra size geldim –Allah kahretsin- bu benzetmeyi bağışlayın, umurunuzda bile değil. (Yavaşça kendi kendine) Tabii, kabahat bende! Hepsine yüz verdim, gerçek bu! Fakat gösteririm onlara! Buna da! Parayı alıncaya kadar burada oturacağım. (Öfkeyle titrer) Öfke içindeyim. Hem de öfkenin dikâlâsı. Bütün sinirlerim tepeden tırnağa kadar ayakta. Nefes alamıyorum. Bayılacağım herhalde… (…) Han’fendi hastalanmış! Kimseyi görmek istemiyormuş! İyi, beni ister görsün, ister görmesin, ama ben buradayım. Paramı verinceye kadar da buradan ayrılmayacağım. Bir hafta boyunca hasta olsan, bir hafta boyunca buradayım! Bir yıl hasta olsan, bir yıl! Bana o dul kadın numaralarını, talebe kız gülücüklerini yutturamazsın! Bilirim o gamzeleri, gülücükleri ben! (Pencereden bağırır) Semyon, çöz atları! Burada kalıyorum. Söyle atlara yulaf versinler. Evey yulaf, aptal herif, ne sandın? (Pencereden çekilir) Ne aksilik! Aksiliğin dikâlâsı! Dün gece hiç uyuyamadım. Bugün de hava cehennem sanki. Bir Allahın belası da çıkıp para vermedi. Bu yaşlı eksik etek de “havam yok diyor… Başım ağrıyor. Nerde şu… (Bardağı diker, fışkırtır) Puuuh! Su!… (…) (Smirnov oturur. Üstüne başına bakar) Off! Şu halime bak. Biri tüy dikse üstüme bari! Yıkanmamış, taranmamış, tıraşsız; yeleğim samana batmış, üstüm başım toz içinde. Küçük hanımefendi beni eşkıya falan sanmıştır herhalde. (Esner) Sanırım bu halle salona girmek pek yakışık almadı, ama umurumda bile değil, alacaklıyım. Yani en hoşlanılmayan misafir; ölümden sonra…

Yazan: Anton Çehov

Çeviren: Yılmaz Gruda

Bir Evlenme Teklifi

LOMOF – Çubukof’un konağı- oturma odası. Lomof girer, fraklıdır. Beyaz eldiven, silindir şapka. Sinirli. Şey… geldim. Sadece sizi görmeye aziz Stepan Stepanoviç. Şey… yani… onun gibi bir şey. Buraya, azizim Stepan Stepanoviç, sizi, bir rica için rahatsız etmeye geldim. Birkaç defa yahut çok kere, hatta daha fazla; sizden yardım istirham etmiş ve yardımınıza nail olmak, nasıl desem, şerefinizi bahsetmiştiniz. Yani şey ih-gan etmiş… Evet. Özür dilerim, her şeyi dolaştırıyorum birbirine. Bir bardak su lütfeder misiniz Stepan Stepanoviç? (İçer) Evet, bakın, azizim Stepaniç. Afedersi-niz, yani Stepan azizim’oviç. Hayır. Yani, her şeyi karıştırıyorum, gördüğünüz üzre. Sözün kısası, bana yardım edebilecek tek insan sizsiniz. Tabiatıyla buna lâyık değilim, üstelik sizden bunu beklemeye hakkım da yok. Ve bunlara da. Bir dakika. Yani şimdi. Derhal. Gerçek şu ki buraya elini istemeye geldim. Yani kızınız Natalya Stepanovna’nın. Ben, ben onunla evlenmek istiyorum. Azizim Stepan Stepano-viç acaba kabul edecekler mi dersiniz? Natalya Stepanovnayı çağıracaksınız… Ben şurada bekleyeyim o vakit… (kız gelir) nasılsınız, aziz Natalya Stepanovna? Şey… görüyorsunuz aziz Natalya Stepanovna, gerçek şu ki, buraya sizden… şey, bakın dinleyin beni, tabii, sizin için muhtemelen bir sürpriz olacak ve belki de kızacaksınız, fakat… Kısaca anlatmaya çalışacağım. Efendim, biliyorsunuz, aziz Natalya Stepanovna, sizleri çocukluğumdan beri, hatta, nasıl derler, tanımak şerefine nail oldum, ailenizi. Malını mülkünü bana miras bırakan müteveffa halam, eniştem, ki biliyorsunuz, babanıza ve müteveffa annenize derin bir saygı duyarlardı. Lomof’lar, Çubukof’lar daima birbirlerine dosttular. Hatta akrabaydılar da diyebilirsiniz. Ve tabiatıyla, biliyorsunuz, tarlalarımız yan yanadır. Hatta benim Öküz Çayırı… Oh, hayır aziz Natalya Stepanovna, orası benimdir. Bakın, ben, sizin kayın ağaçlarıyla, bataklığın arasına kama gibi girmiş olan Öküz Çayırı’ndan söz ediyorum. Oh hayır, yanılıyorsunuz aziz Natalya Stepanovna, orası bizimdir. bu gerçeği vasiyetnamede görebilirsiniz aziz Natalya Stepanovna. Şüphesiz, şüphesiz bir zamanlar, orası davalıydı ama, herkes de bilir ki benimdir. Münakaşa edilecek hiçbir yönü yok bunun. Eskiden halamın ninesi, babanızın dedesinin köylülerine şöyle kullansınlar diye vermiş. Onlar da bir zaman sonra kendi mallarıymış gibi davranmaya başlamışlar. Vasiyetnameyi gösterebilirim Na-talya Stepanovna. Öküz Çayırı, benimdir! Natalya Stepanovna ben çayırı istemiyorum. Ben sadece prensip üzerinde duruyorum. Eğer istiyorsanız orasını size verebilirim.: Ya, demek siz beni zorba sanıyorsunuz ha? Buraya bakın aziz bayan, ben şimdiye kadar kimsenin toprağını zorla almadım. Kimse de şu anda böyle bir halt ettiğimi söyleyemez. (Gidip çabucak su içer) Öküz Çayırı benimdir! Benim! (Kalbini tutar) Öküz Çayırı benimdir, anlıyor musunuz, benim! Eğer kalbim böylesine çarpmasaydı, eğer kan tepeme çıkmasaydı, sizinle böyle yumuşacık, efendi efendi konuşmazdım. (Bağırır) Öküz Çayırı benimdir! Benim! Benim!

Yazan: Anton Çehov

Çeviren: Tansu Akgün

Müfettiş

OSIP – Allah belasını versin. Açlıktan geberiyorum. Midem bomboş… karnım gur gur ötüp duruyor. Ah bir eve dönsek! Ne yapsam bilmem ki! Piter’den* çıkalı iki ay oluyor. Çapkın, yolda elindekini, avucundakini yedi, bitirdi. Şimdi de süt dökmüş kedi gibi düşünüyor. Bol bol yol paramız vardı. Ama kendisini nasıl gösterecek? (Taklit ederek) “Hey! Osip, git, bir oda tut, en güzel odayı tut. En iyi tarafından yemek ısmarla. Ben, öyle olur olmaz yemekleri yemem. Bana yemeğin en iyisi gerek.” Önemli bir adam olsa ne ise, küçük bir kayıt memuru! Önüne gelenle dost olur, sonra da başlar ***** oynamaya. İşte sonu böyle oluyor. Off… bıktım bu yaşamdan. Vallahi, köy daha rahattı. Orada kent yaşamı yoktur ama üzüntüsü de azdır… Bir kadın alırsın, ondan sonra ömrün boyunca keka, ye böreği, yat aşağı. Elbet doğrusunu söylemek gerekirse, Piter’de yaşamak çok güzel. Yalnız, iş parada… para olduktan sonra, günler daha ince, daha politikalı geçer. Tilaturalar, dans eden köpekler, hepsi önünde… ne istersen var. Herkes ince, nazik konuşur. Daha nazik konuşanlar var, ama onlar soylular. Bir pazara gidersin. Satıcılar bağırır: “Buyurun, bayım!” Diyelim salda giderken bir memurun yanında bile oturursun. Kibarlık görmek istiyorsan bir mağazaya git. Orada emeklinin biri sana askerlikten açar. Gökyüzündeki yıldızların neye yaradığını, ne olduklarını anlatır. Onları sanki avucunun içi gibi öğrenirsin. Bazen yaşlı bir subay karısı düşer… bazen de bir hizmetçi girer, ama bir içim su… öf… öf… öf! (Güler, başını sallar.) Hey canına yandığımın… ne muameledir o! Hiç kaba bir sözcük işitilmez. Herkes sana, siz der. Yürümekten mi bıktın, atla bir arabaya, bey gibi kurul. Parasını vermek istemiyorsan, onun da kolayı bulunur: Her evin iki kapısı vardır. Birinden girer, ötekinden çıkarsın. Şeytan bile bulamaz seni. Yalnız, bu yaşamın kötü bir yanı var: Kimi zaman karnını güzelce doyurursun, kimi zaman da, işte bugünkü gibi açlıktan geberirsin. Ama bütün suç onda. Halimiz duman, başımız dertte yahu! Babası para gönderiyor. İnsan biraz tutumlu olur, değil mi? Nerede… başlar hovardalığa. Arabadan aşağı inmez, her gün tilatura için bilet al, bir hafta sonra ne görürsün? Yeni frağını bitpazarına satmaya yolluyor! Gömleğine varıncaya kadar sattığı oldu. Üstünde bir ceketi, bir de kaputu kaldı. Vallahi böyle. Kumaşı da ne güzeldi ama! İngiliz. Bir frak 150 rubleye mal olur, ama bitpazarına götürdün mü, vere vere 20 ruble verirler. Hele pantolon, yok pahasına gider. Bu duruma düşmesinin nedeni de ne? Aklı havada, ondan! İşine gücüne gideceğine piyasaya çıkıyor, ***** oynuyor. Ah, beyefendi bunu bir öğrenirse, vallahi, memurmuş, falanmış dinlemez, pantolonunu indirir, basar sopayı, bizimki de dört gün rahat oturamaz. İnsan memursa, memurluğunu bilmeli. İşte, şimdi de, otelci: “Birikmiş borçlarınızı ödemezseniz, artık yemek vermem.” dedi. Peki, parayı veremezsek ne olacak? (İç çeker.) Ah Yarabbi, bir kaşık çorba olsa. Vallahi bana öyle geliyor ki, şimdi bütün dünyayı yiyebilirim. Kapıyı vuruyorlar… O olmalı. (Yataktan fırlar.)

Yazan: Nikolay V. Gogol

Çevirenler: Melih Cevdet Anday – Erol Güney

Güldürü Üstüne Aldatma ya da Tam Tersi

DALGACI (Işıklar yandığında koltuğundadır. Elinde tenis raketi..) Ne çok şey anlatabilirim! Hoşsohbet biriyimdir aslında. Yine de, pek sevmezler beni. Nedense çekinirler. Huysuz herifin biri olduğum söylenir orda burda. Aldırmam. Her söylenen lafa kulak kabartırsanız işiniz iş demektir, yalan mı! Benim işim ise.. Size komik gelebilir belki ama, oyun oynarım ben. Sıkı bir oyuncuyumdur hani. Fazlasını sormayın, anlatmam. Bir işim daha vardır bu arada. Ona iş denir mi, bilmem ama.. (Kolundaki aleti gösterir.) Bunu saat sanırsanız aldanırsınız. Dünya nüfus göstergesidir bu. Şu an, evet şu an yeryüzünde kaç insan evladı var, anında söyleyebilirim. Tam tamına, altı milyar, yediyüz yirmi milyon üçyüz kırkaltı bin seksen dört kişi. Yemin ederim ki doğru! Eh, ne yapalım, herkesin bir merakı var işte. Ben sizin o minik içki şişelerini yan yana dizip de eşe dosta gösterip böbürlenmenize karışıyor muyum! Aslında itiraf etmek gerekirse, sorumluluk duygusu fazla olan biri değilim. Sorumluluk almaktan da ana değilim hani. Dalgacının biri olduğum bile söylenebilir canım! Bana kalsaydı ne o, ne bu, şair olmak isterdim! Çok ciddiyim. Güzel, körpecik kızlar sırtımı kaşıyıp yelpaze sallarken ben de şarabımı yudumlayıp şiirler döktürseydim fena mı olurdu sanki! Ya da bir yazar olup öyküler kurmak! Bakın bu da fena değil.. Yeni yeni insanlar salardım yeryüzüne ve onlar birbirlerini didiklerlerken ben de bir köşeye çekilir ve keyifle izlerdim kurguladığım dünyayı. Olmadı işte! Ne yaparsınız, beni kurgulayan da böylesini uygun görmüş. Ancak hayatın kendine has kuralları var. Acımasız bir dünyayla burun buruna geliyoruz pencereyi araladığımızda. Üzümler kendiliğinden şaraba dönüşmüyor. Çaba gerekiyor çünkü. Sonuç olarak, şiiri çoktan bıraktım. Öyküye zaten başlamamıştım. Herkes gibi yaşamayı seçtim sizin anlayacağınız. Ayrıca bir yazar nedir ki! Eninde sonunda kendi gölgesiyle sohbet eden bir ademoğlu! Yalan mı?

Şimdiden kantarın topuzunu kaçırdım bile. Yazmak şart değil ya, bir öykü anlatacaktım size. Her ne kadar yazar olamadıysam da, bir yazarın öyküsünü aktaracaktım. Aldığı bir siparişin heyecanıyla soluğu kıyıkentteki bir motel odasında alan bir düş ustasının öyküsünü, evet! Eh, motel masrafını ödeyecek olan kendisi değil nasıl olsa! Motelin en güzel odasına yerleşmekten kim alıkoyabilir ki kendisini! Ne keyifli bir durum, öyle değil mi! Ancak şu üzümdeki çaba burada da gerekiyor. Sözcüklerden şarap yapmak kolay mı sanıyorsunuz yoksa? Felsefe paralayacak değilim. Yüzüme gözüme bulaştırmadan öyküyü anlatabileyim, yeter bana. Son olarak söyleyeceğim şu: Yazarlar yarattıkları aracılığıyla özlemlerini dile getirirler biraz da.. Maharet sözcüklerde sizin anlayacağınız. Ah sözcükler! O görünmez kanatlar.. O duyulmayan kanat çırpışları.. Kimi zaman da nasıl aldatır biz çaresiz insanları! Bütün bu söylediklerim gibi tıpkı. Yoksa siz.. deminden beri konuştuğumu mu sanıyorsunuz? (Yerinden doğrulur, raketi sallayarak çıkar.)

Yazan: Ahmet Önel

Paylaş!