Yayınlanma Tarihi: 22/10/2020 |9,5 min read |

Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro

Devrini tamamlayan değil, devri henüz başlayan tiyatro akımı: Epik tiyatro. Bertolt Brecht’in öncüsü kabul edildiği epik tiyatro türü izleyiciyi düşündürmeyi hedefliyor. Bu akımı ve Bertolt Brecht’i daha yakından tanıyalım…

 

Yüzyıl öncesine kadar “tiyatro” dendiği zaman iki temel bileşeni olan bir sanat akla gelirdi: Seyirciler ve oyuncular… Seyirci, tiyatro salonuna girdiği andan itibaren, hele ki oyunun konusunu az çok biliyorsa amacı eğlenmek, gülmek, hüzünlenmek, ağlamak ve bu gibi duyguları, oyuncular aracılığıyla yaşamak olurdu. Salona girilir, kapılar kapanır, oyun başlar ve… Hepsi o kadar, sonrası oyunun size ne yaşattığıyla ilgili olurdu ki genel olarak hâlâ bu yaklaşımın geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Bunun adı katharsis. Ya da Aristoteles’in önerdiği kurallara uygun sahnelenen tiyatronun size yaşattığı…

Oyuncunun size verdiğiyle coşup eğlenip, sahnede yaşanan durumu birebir içinize alıp, sindirip içinizde hissetmeniz; oyuncu gülüyorsa gülmeniz, acı çekiyorsa ağlamanız, destansı bir tiradıyla gururlanmanız, aşağılanıyorsa onunla birlikte hatta çok kez onun yerine utanç duymanızdır katharsis. Siz o salonda bir-iki saatliğine siz olmaktan çıkarsınız, oyuncunun bütünleyicisi ve adeta oyunun bir parçası haline gelirsiniz. Daha doğrusu gelirdiniz. Bertolt Brecht’e kadar, epik tiyatroya kadar…

Karşınızda epik tiyatro!

 

Bertolt Brecht ve son eşi Helene Weigel Brecht, birlikte kurdukları Berliner Ensemble tiyatrosunda hemen hepsi Brecht’in kaleminden çıkan epik tiyatro eserlerini sergilediler.

İki dünya savaşı arasında, sanat alanında bir farklılık yaşanmaya başladı: Artık doğalcı-gerçekçi akımlar pek de rağbet görmüyor, göz önünde olandan çok onun derininde olanı anlatmak önem kazanıyordu. Bunun tiyatro sanatına yansıması da epik tiyatro türü olarak şekillenecekti. Söz konusu epik tiyatro akımının kuramını belirleyen ve ilk uygulamasını yapan ise Alman şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht oldu.

Bertolt Brecht’e göre, seyirci öncelikle “seyirci” kalmak zorundaydı. Çünkü tiyatro “öğretici” olmalıydı. Seyirci de öğrenmek için geldiği tiyatroda, konuya dışarıdan bakmalıydı. Bunu başarabilmesi için oyuncular da seyirciye yardım etmeli ve onlara “seyirci olduklarını” hatırlatmalıydı. “Siz seyircisiniz! Ve biz şu an bir oyun sahneliyoruz. Bu oyunun konusu şu ve oyunda şu şu şu oluyor. Siz şimdi bunu sorgulayın” diyerek seyirciyi sahnelenen oyunun atmosferine yabancılaştırdı, izledikleri oyuna dışarıdan bakmalarını ve sahnede olup biteni sorgulamalarını sağladı. Yüzyılların kalıplaşmış tiyatro, oyun, oyuncu, seyirci algısı için ağır bir darbeydi Brecht’in vurduğu. Ama değdi… Brecht sayesinde seyirci “beklediğini bulma, umduğunu bulma” konforunu kaybetse de kendisine verilene razı olmak yerine verilenin aslında ne olduğunu sorgulamaya başladı.

Foto altı: Bertolt Brecht, Aristo’nun ana hatlarını sunduğu anlayışı reddeder ve epik tiyatro ile “Aristocu Olmayan Drama”ya önderlik eder.

https://pixabay.com/photos/sculpture-bronze-figure-aristotle-2298848/

Epik, bildiğiniz “epik” değil!

“Epik” kelimesini hepimiz destansı, destan gibi olan, destanla ilgili ve destan biçiminde yazılmış olan anlamlarını bilirken “epik tiyatro”daki “epik”in anlamı farklı ve bu fark, Antik Yunan’daki epik-dramatik ayrımından kaynaklanıyor. Buna göre dramatik tiyatro eseri hareketi anlatırken epik tiyatro eseri hareketi canlandırıyor. Bertolt Brecht’in aklındaki tiyatro dramatik ögeler taşımıyor ve bir gerilim üzerine kurgulanmıyor. Bu yüzden de tiyatro anlayışını “epik” olarak adlandırdığı biliniyor. Bunu yaparken amacı, sahnelenen olay her ne ise uzaktan ve eleştirel bir bakış açısıyla bakmak, eseri adeta ikinci ağızdan anlatılıyormuş gibi sunmak… Nitekim 1927 yılında kaleme aldığı bir makalede şöyle diyor Brecht: “Epik tiyatronun temel konusu seyircinin duygularından ziyade aklına yönelmesidir. Bu sayede seyirci bir yaşantıyı paylaşmaktan çok olaylarla yüz yüze gelir.” Ya da şöyle anlatabiliriz: Tiyatro sahnesinde üç duvar vardır: İki yan ve bir arka duvar. Her ne sunulursa bu üç duvarın arasında ve görünmeyen, seyircilerin yer aldığı, var olmadığı halde varmış gibi davranılan o dördüncü duvara doğru sunulur. Ve Bertolt Brecht’e kadar hiç kimse o dördüncü duvarı yıkmayı, seyirciyle iletişim kurmayı, seyirciyi duygularıyla, tepkileriyle değil aklıyla oyunun içine almayı düşünmemiştir.

Epik tiyatro eserlerinin en önemlilerinden olan Die Dreighroschenoper (Türkçesi Üç Kuruşluk Opera), ilk kez 31 Ağustos 1928’de Berlin’de sahnelenmiştir.

Bertolt Brecht’in epik tiyatrosunda seyirciyi oyunun içine davet etmenin gerilim yaratan bazı yönleri de vardır haliyle… Öncelikle varmış gibi davrandıkları o duvar hepten kalktığı için oyuncular artık dokunulmaz bir noktada değildir. Diyelim ağlaması gerekiyor… Ağlayamaz ama seyirciye de şu mesajı vermek zorunda kalır: “Oyunun tam da bu noktasında ağlamam gerekiyor ama ağlamıyorum. Bunu istesem yaparım ama senin için yapmıyorum. Çünkü ben ağlarsam sen, üzüldüğüme, acı çektiğime vs. inanmışsın demektir. Bunları boşver… Sen burada beni ağlama eşiğine getiren olay nedir, asıl onu düşün ve anla!” Seyirci için durum daha da zordur çünkü o güne dek seyredip, eğlenip, gülüp, ağlayıp yaşamdan kopuk birkaç saat geçirdiği, aklını boşalttığı o salonun da dış dünyadan ve o gerilimli gerçeklikten farkı kalmamıştır: Kendisinden uyanık olması, izlediğini anlaması ve eleştirmesi beklenmektedir. Çünkü Bertolt Brecht, neyi ne için anlattığını seyircinin anlamasını ister ve epik tiyatronun belki de en büyük başarısı budur: Artık kalıplar yıkılmıştır.

Alman, komünist, vatansız, muhalif!

Bugün, özellikle internet bazlı bir araştırma yaptığınızda, Almanca kaynaklar hariç, Bertolt Brecht adının ya epik tiyatro ile birlikte anıldığını görürsünüz ya da oyunlarının ismine rastlarsınız. Oysa Brecht, gelmiş geçmiş en başarılı oyun yazarları sıralamasında ilk sıralarda yer alır. Dahası, komünisttir ve oyunlarıyla “gerçeği” değil ama “hakikati” anlatma çabası da buradan kaynaklanır. Çünkü “gerçek”, bir neden ve sonuç ilişkisini incelemekle yetinirken “hakikat” nedeni, nedene bağlı sonucu, neden-sonuç ilişkisinin içinde yer aldığı süreci, nedenin bağlantılarını, sonucun bağlantılarını ve bütün bunların kişiler / seyirciler üzerinde bıraktığı etkiyi inceler.

Epik tiyatro akımının dünya savaşlarının arasında çıkmasına belki de bu yüzden şaşırmamak gerekir. Çünkü tüm dünya ile birlikte Brecht de insanlık tarihinde “insanlık için felaket” olarak nitelenebilecek pek çok şeye tanık olur… Örneğin savaşa katılan ülkelerin asker ve sivil toplam kaybı 20 milyondur! Almanya ise askeri gücünün yüzde 52’sini kaybetmiştir. Bu da, 2 milyon 100 bine yakın askerini toprağa verdiği anlamına gelir. Savaşın bittiği tarihte 20 yaşında olan Bertolt Brecht için sağlam bir savaş karşıtlığı gerekçesi olsa gerek!

Bununla da bitmez… Dünyayı sarsan büyük ekonomik krizden Naziler’in yükselişine hatta İspanyol Gribine kadar pek çok olumsuz gelişmeye tanıklık eder. 1933’te Almanya’dan kaçar, ABD vatandaşı olduğu 1941’e dek “vatansız” yaşar. 1947’de, komünist avcılığıyla ün yapmış Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi karşısına çıkarıldıktan sonra Avrupa’ya, ana vatanı Almanya’ya döner. Bütün bu süreçte insanın doğaya karşı savaşmayı bıraktığı, buna karşılık insanın artık insanı boğazladığı bir anlayışın gözlemcisi olur ve bütün bunlara ek olarak kapitalist düzenin dünyayı ele geçirmesini izler.

Bertolt Brecht için epik tiyatro bu yüzden dört elle sarıldığı bir araçtır: Halkı, toplumu epik tiyatro ile bilinçlendirmeyi amaç edinir. Bu amaç uğruna çalışırken insan ilişkilerini de gözlemler ve bir şey fark eder: İnsan ilişkileri artık “değişebilir” niteliktedir. Madem öyle, Bertolt Brecht de epik tiyatro akımının insanları değiştirebilmesini de hedefler.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkıma, savaşta en fazla asker kaybeden ülkenin vatandaşı olarak tanık olan Brecht’in savaşa karşı en dikkat çeken eleştirisi “Yazarlar, hükümetlerin savaş yaptıkları kadar hızlı yazamazlar, çünkü yazmak düşünmeyi gerektirir” cümlesiydi.

Toplum, eleştirebilmeli…

Bertolt Brecht, iki dünya savaşı arasında tanık olduğu olumsuzlukları toplumun kabullenmesini istemez. Altında yatan nedenlere kafa yormasını ister. Buradan yola çıkarak, epik tiyatro eserleri yazarken takınması gereken tavrı da belirler: Eleştirici olmak zorundadır. Sonuçta Bertolt Brecht, epik tiyatronun hem gerçeği yansıtması hem de bu gerçeği değiştirecek gücü insanlara vermesi gerektiğini fark eder. İnsanlara olasılıkları sunmalıdır, değişimin mümkün olduğunu göstermelidir, ahlak dersi vermeden insanları bilinçlendirmelidir ve insanlar toplum içindeki rollerini görüp kendi paylarına düşen sorumlulukları epik tiyatro ile görmelidir. Brecht’in epik tiyatrosu işte bu yüzden diyalektik, halkçı ve toplumcudur.

Akla hitap eden tiyatro!

Bertolt Brecht’in tiyatro sanatına kazandırdığı epik tiyatro, 20’nci yüzyılın eseri ve gerçekte 100 yılını bile tamamlamış değil. Yazarın, “Sanat gerçeği yansıtan bir ayna değil, onu şekillendirecek bir çekiçtir!” yaklaşımıyla şekillendirdiği epik tiyatro kavramının bugün bile belli bazı çevreler tarafından eleştirildiğini görmek, hatta “20’nci yüzyıla ait” sanat akımı olarak ele alındığına tanık olmak ilginç… Oysa epik tiyatro;

  • Toplumun yaşadığı sıkıntıları sahnede canlandırdığı için,
  • Bu sıkıntıların arkasında yatan nedenlerle ilgilendiği için,
  • Oyunlarda toplumsal ayrımı (eğitimli-cahil, köylü-kentli vb.) seyircinin karşısında vurguladığı için,
  • Kapitalizmi ve toplumu eleştirilerin odağına aldığı için,
  • Seyircinin olaylara dair neden-sonuç ilişkisine değil “hakikate” odaklanmasını istediği için,
  • Kahramanlarını toplumun tüm kesimlerinden ama ağırlıklı olarak işçi sınıfından seçtiği için,
  • Müzik ve şiirle oyun metinlerini zenginleştirdiği için ve hepsinden önemlisi,
  • Seyircinin aklına hitap ettiği için gerçekte çağının ötesinde bir tiyatro akımıdır ve değil 20’nci yüzyılla sınırlı kalmak, belki de altın çağını asıl bundan sonra yaşayacağı söylenebilir.

 

Paylaş!