Yayınlanma Tarihi: 14/08/2020 |17,2 min read |

Sınavlarının ve seçmelerin vazgeçilmezi popüler tiratlar

Her yıl pek çok ve tiyatro topluluğu oyuncu seçmeleri yapıyor. Bu seçmelerde de oyuncu adaylarından tirat hazırlamaları isteniyor. Yüzlerce seçenek arasından en uygun tiradı seçmek ve tirat örneği bulmak ise adayların en zorlandığı anlardan biri olsa gerek. İşte seçmelerin ve sınavların en çok tercih edilen tirat örnekleri…

  1. Hamlet – William Shakespeare
  2. Cimri – Moliere
  3. Martı – Anton Çehov
  4. Antigone – Sophokles
  5. Satıcının Ölümü – Arthur Miller
  6. Arzu Tramvayı – Tennessee Williams
  7. Godot’yu Beklerken – Samuel Beckett
  8. Bir Evlenme – Nikolay V. Gogol

Oyuncu seçmelerine ya da konservatuara hazırlanırken titizlikle aranan tirat seçimiyle ilgili pek çok şey söylenebilir. “En bilindik tiratlar seçilme şansını düşürür”, “Farklı ruh hallerini anlatan zorlu tirat seçimi en mantıklı seçimdir” veya “Aksiyonu yüksek olan tiratlar seçilmesi gerekir” gibi yönlendirmelerin hiçbir istatistiki kaynağı bulunmuyor. Evet jüri ya da yönetmenleri etkilemenin yolu, etkili bir tirat parçası çalışmaktan geçiyor ama bu tiradın nasıl bir tirat olması gerektiği tamamen sizinle alakalı bir durum. İster çok popüler olsun ister kimsenin duymadığı bir tirat olsun, önemli olan seçilen parça ile oyuncunun uyumu. Oyuncu seçtiği tirada nasıl inanmışsa, karşısındaki onu seçecek olan kişiler de o parçaya ve performansa o kadar inanıyor. Listelediğimiz popüler tiratları okuduktan sonra eğer seçmelerde tercihiniz bu parçalardan biri olacaksa mutlaka seçtiğiniz parçanın oyununun tamamını okumanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. 

Hamlet – William Shakespeare
Çeviren: Selahattin Eyüboğlu (Orhan Burian, Bülent Bozkurt ve Can Yücel çevirilerini de bulmak mümkün.)

HAMLET: Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel. Zalim kaderin yumruklarına, oklarına. Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter! demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! Çünkü o ölüm uykularında, sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından. Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine, kötülere kul olmasına iyi insanın bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak ağır bir hayatın altından inleyip terlemek, ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor. Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar. Yollarını değiştirip bu yüzden, Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

Eski Türkçenin tadını sevenler için bir alternatif

Çeviren: Orhan Burian

HAMLET: Yaşamak mı, yoksa ölmek mi, mesele bunda. Kör talihin sapanlarına, oklarına zihninde tahammül göstermek mi daha mertçe olur, yoksa kaygıların ummanına karşı silahlanıp onları yok etmek mi? Ölmek: Uyumak. O kadar! Bir uykuda kalp üzüntüsünü, tabiatın bedene miras olarak verdiği bin bir acıyı sona erdiriyoruz diyebilmek, candan gönülden istenecek bir son olur. Ölmek, uyumak. Uyumak: Belki de rüya görmek! Ya! Dert orada. Çünkü bu fani kalıbı üstümüzden sıyırıp attıktan sonra o ölüm uykusunda kimbilir ne rüyalar görürüz düşüncesi bizi durmaya mecbur ediyor. Yaşamak felaketini uzatan, işte bu düşünce. Yoksa -insan bir hançerle kendi işini kendi halledebilirken- zamanın sillesine, hakaretlerine, zalimin haksızlıklarına, kendini beğenmişin küstahlıklarına, karşılıksız kalan aşkın ıstırabına, kanunun ihmaline, mevki sahibinin kibrine, sabırla gösterilen liyakatin değersizler elinde hor görülmesine kim tahammül eder? Meşakkatli bir hayatın yükü altında inleyip ter dökmeye kim razı olurdu? Ne çare ki ölüm. Sınırlarını aşan yolculardan hiçbirinin geri gelmediği o bilinmez ülke ardında da belki bir şey vardır korkusu, zihnimizi şaşkın ederek bizi, bilmediğimiz musibetlere düşmektense içinde olduklarımıza tahammül ettiriyor. Düşünmek, işte hepimizi böyle korkak ediyor; azmin gürbüz rengi tereddüdün soluk gölgesiyle hasta bir renk alıyor. En büyük en mühim teşebbüsler, bu düşünce yüzünden, mecralarını değiştiriyor; bir fiil adını almaktan çıkıyorlar.

Shakespeare her zaman iş yapar. Farklı temsillerine göz atın.

Cimri – Moliere
Çeviren: Selahattin Eyüboğlu (Yaşar Nabi Nayır, Nur Nirven, Turhan Yılmaz Öğüt, Büşra Uçar çevirilerini de bulmak mümkün.)

HARPAGON: Yetişin! Hırsız var! Yakalayın! Adam öldürüyorlar! Can kurtaran yok mu? Hak, adalet nerede? Allah yok mu? Vurdular! Canımı aldılar! Gırtlağımı kestiler! Paramı çaldılar, paramı! Kim aldı, kim? Ne oldu? Nerede? Nereye saklandı? Ne yapayım? Nasıl bulayım? Nereye koşayım? Nereye koşmayayım? Şurada mı acaba? Burada mı yoksa? Kim o? Dur! ( Kendi kolunu yakalar) Yakaladım. Ver paralarımı haydut! Eyvah! Benmişim yakaladığım. Neredeyim, bilmiyorum ki! Ben kimim? Ne yapıyorum? Bilmiyorum. Oldu bana olanlar! Param! Zavallı paracığım! Canım, sevgilim benim! Aldılar elimden seni! Sen olmayınca ben neye sığınırım artık, neyle avunur, neyle sevinirim? Her şey bitti benim için; dünyada yapacak işim kalmadı benim! Sensiz ne yaparım, nasıl yaşarım? Olacak şey mi? Yaptılar bana yapacaklarını! Dayanamam bu acıya, ölüyorum; öldüm, gömdüler beni! Diriltmek isteyen yok mu beni; versin paracıklarımı geri ya da kimin aldığını söylesin. Ne var? Ne diyorsunuz? Kimse yokmuş. Bu işi yapan bir hayli pusuda beklemiş, fırsat kollamış olmalı. Ben tam o yezit oğlumla konuşurken yapmış yapacağını. Haydi durma git. Git adalete başvur; sorguya çektir bütün evi: Hizmetçi kadınları, uşakları, oğlunu, kızını, hatta kendini, kendini bile! Nedir bu kalabalık? Ne diye toplanmışlar buraya? Kimin yüzüne baksam kuşku sarıyor içimi? Hepsi hırsızmış gibi geliyor bana. Ne o? Ne konuşuyorlar orada? Hırsız mı görmüşler? Nedir o yukarıdaki gürültü? Hırsız orada mı yoksa? Ne olur, söylesin bir gören varsa, Allah rızası için söylesin! Aranızda mı saklı orada? Hepsi bana bakıp bakıp gülüyor. Görürsünüz hepsinin parmağı var bu hırsızlıkta. Haydi gelsin çabuk jandarmalar, polisler, tüfekler, hakimler, mahkemeler, işkenceler, darağaçları, cellatlar! Astıracağım, bütün dünyayı astıracağım. Yine de paramı bulamazsam kendi kendimi asacağım!

Tiratlar genelde karakterlerin iç hesaplaşmalarını yaptıkları uzun repliklerdir.

Martı – Anton Çehov
Çeviren: Nihal Yalaza Taluy (Ataol Behramoğlu, Leyla Şener, İpek Söylemez, Engin Altay çevirilerini de bulmak mümkün.)

NİNA: Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir) O kadar yorgunum ki… Biraz dinlensem! Dinlenebilsem… (Başını kaldırır) Bir martıyım ben… Yok, değil… Aktrisim… Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin’in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek… İyi… Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı… Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan… Yavrum için korkuyordum hep… Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı… Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yok… Değil de… Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte… Gelmiş bir adam, durup dururken laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı… Tam küçük hikaye konusu… Gene de söylemek istediğim bu değildi. Ne diyordum? Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık, gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede… Oyunumu, her şeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Size bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme… Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.

Antigone – Sophokles
Çeviren: Ari Çokona (Güngör Dilmen, Sabahattin Ali çevirilerini de bulmak mümkün.)

ANTİGONE: İsmene’m canım kardeşim benim. Babamız Oidipus’un mirası hiçbir acı, kahır, utanç kaldı mı Zeus’un yaşarken bize tattırmadığı? Şimdi de kral bütün kente buyruk salmış diyorlar, biliyor musun ne? İşittin mi? En sevgilimizin başına gelecekten belki haberin bile yok senin. Sezmiştim böyle olduğunu, ondan çağırdım seni buraya, sarayın dışına yalnız sen işitesin diye. Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin, öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için. Eteokles’in cenazesini doğru dürüst dua ile kaldırttı, saygınlık içinde varsın diye ölüler ülkesine. Ama onunla kucak kucağa can veren Polyneikes’i kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak! Kardeşimizi böyle gözyaşsız leş kargalarına, gömütsüz, akbabalara peşkeş çekmiş tatlı bir şölen niyetine. Anlıyorsun ya. Sayın Kreon’un buyruğu seni de beni de yakından ilgilendiriyor… Özellikle beni. Duymayanlar iyice öğrensin diye kendi de geliyormuş buraya. Şakası yok, uygulanacak emir. Yasağa karşı çıkan olursa, halkça taşlanarak can verecek surlarda. Durum böyle, günü saati geldi özündeki mayayı görelim yaratılıştan soylu musun yoksa soylu ataların yozlaşmış bir çocuğu mu? Israr etmiyorum, yardımın eksik olsun, işine bak sen. İlerde gönlünden kopsa bile yardımını kabul etmem artık. Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi, bu uğurda ölsem ne gam? Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi, suçsa kutsal bir suç benim ki. Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi? Öte yandan sonrasızlık bekler beni ölmüşlerime adıyorum sevgimi, sen ama yüz çevirip kutsal yasalardan gönlünce sürdür günlerini.

Satıcının Ölümü – Arthur Miller
Çeviren: Orhan Burian (Altuğ İzat – Y. Emre İzat çevirisini de bulmak mümkün.)

BIFF: Yeter artık baba! Yeter! Gerçeği kendi kulağınla işiteceksin! Senin ve benim kimler olduğumuzu. Bu evde on dakika olsun gerçeği konuşmadık! Bıktım artık baba yeter! Şimdi dinle Willy Loman işte bu benim! Üç ay boyunca neden adresimin olmadığını biliyor musun? Kansas şehrinde bir takım elbise çaldım bu yüzden hapse atıldım. Lise yıllarından beri bütün güzel işlerden hırsızlık yaptığım için atıldım! Bir yerlere gelemedim… Çünkü baba sen beni öyle yetiştirdin öyle şişirdin ki hiç kimseden emir almaya gelemez oldum! Bu kimin suçu? Yok! Kimse kendini asacak değil, Mister Loman! Bugün elimde bir kalem 11 kat merdiveni koşarak indim. Sonra birdenbire durdum, beni işitiyor musun? O binanın ortasında duruverdim, işitiyor musun? Binanın ortasında durdum da baktım; göğe baktım. Bu dünyada sevdiğim şeyleri düşündüm. Çalışmayı, yemeği, oturup bir sigara tellendirmeyi. Sonra kaleme baktım da kendi kendime bunu ne diye kapmış tutuyorum dedim. Dairelerde işim ne? Kendimi küçültüyorum, dilenci durumuna düşüyorum, oysa bütün istediğim orada göğün altında açıkta, kim olduğumu bilmiyorum dediğim anda emrime hazır beni bekliyor. Bunu neden demiyorum, baba? Baba! Benim gibilerin bini bir paraya, senin gibilerinde! Ben ne lider olacak adamım, ne sen. Bütün ömrünce çok çalışan satıcıdan başka bir şey olmadın, sonunda da öbürleri gibi çöplüğe atıldın! Ben de ancak saati bir dolar edenlerdenim!… Willy Loman, yedi devlet dolaştım, piyasayı on para yükseltemedim! Saati bir kağıt! Ne dediğimi anlıyorsun ya? Artık benden eve başarılarla, nişanlarla gelmek paso. Sen de benim o türlü gelmemi beklemekten vazgeçeceksin! Baba ben bir hiçim, baba hala anlamıyor musun? Artık bunun inatlık bir yanı kalmadı. Ne isem oyum ben, başka bir şey değil.

Konservatuar ya da yüksek lisans bölümlerine girişte genellikle bir klasik bir modern tiyatrodan tirat örneği seçilmesi bekleniyor.

Arzu Tramvayı – Tennessee Williams
Çevirenler: Esin Damcı – Nilüfer Karakullukçu

BLANCHE: Ben, bütün o yumrukları ben yedim, Stella. Yüzüme, vücuduma. Mezarlığa doğru yollanan ölüler alayı benim gözlerimin önünden geçti. Babam, annem, Margaret, birbiri ardına o korkunç yola düştüler. Tanrı öylesini göstermesin kimseye. Tabut bulmak bile mesele oldu. Neredeyse, çöp gibi yakmak gerekiyordu onları. Sen tam cenaze törenine yetiştin, Stella. Ölüme göre cenaze töreni ne güzel şey. Cenaze törenleri sessizlik içinde geçer. Ama ölüm öyle mi? Ben onların, kimi boğuk boğuk hırıltılar halinde, kimi sayıklama gibi, bazen “Bırakma beni!” diye haykıran iniltilerini, can çekişmelerini kulaklarımla duydum. Hayatta tatmadık zevk koymamış doksanlık yaşlılar bile son nefeslerinde “Beni bırakma!” diye bağırırlar. Onları gitmekten alıkoymak elindeymiş gibi. Ama cenaze törenleri renk renk çiçekler arasında sessiz geçti. Tabutlar debdebeli idi. Baş uçlarında bulunup da onların “Bırakma beni” diye haykırmalarını duymadıkça, geçirilen ölüm ve kalım didişmesini nasıl anlayacaksın? Senin rüyalarına bile girmeyen bu sahneleri ben gözlerimle gördüm. Şimdi karşıma geçip bana, “Evi barkı yitirdin!” diye çıkışmak kolaydır. Bütün o hastalıkların, ölümlerin masrafları nereden çıktı sanıyorsun? Ölüm ucuza mal olmuyor, Bayan Stella! Margaret’in hemen arkasından Jessie’nin hastalık ve ölüm masrafları, sonra ötekiler. Azrail çadırını eşiğimize kurmuştu. Belle Reve’i karargah seçti kendine. İşte Stella, Belle Reve böyle çıktı elimizden. Gidenlerin hangisi servet bıraktı? Geçtik servetten, bir kuruş bırakan oldu mu? Yalnız zavallı Jessie… Kalan yüz doları ancak tabut masrafını karşıladı. Bu ağır külfetin karşısında benim küçücük aylığımdan gayri ne vardı? Şimdi beni kırıyorsun. Geçip karşıma çiftliği elden çıkarmışım gibi şüpheli şüpheli bakıyorsun. Peki, bütün bunlar olup biterken sen nerelerdeydin? Yatakta değil mi? Sevgili Polağınla.

Godot’yu Beklerken – Samuel Beckett
Çeviren: Tuncay Birkan (Uğur Ün – Tarık Günersel, Ferit Edgü çevirilerini de bulmak mümkün.)

VLADİMİR: Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? (Estragon hiçbir şey söylemez) Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot’nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini. (Bir an) Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?

Bir Evlenme – Nikolay V. Gogol
Çevirenler: Melih Cevdet Anday – Erol Güney (Koray Karasulu çevirisini de bulmak mümkün.)

AGAFYA: Aman yarabbim… Karar vermek ne güç şeymiş… Bir kişi, iki kişi olsa ne ise… Ama dört kişi… Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek… Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç’in dudaklarını, İvan Kuzmiç’in burnunu alsak… Baltazar Baltazaroviç’in de halini tavrını… Bunun üzerine de İvan Pavloviç’in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün… Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olur. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz… Hele aşık olan kızlar… Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun… İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kağıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A… hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor… Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta… yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.

Tirat örnekleri çok :) Eğer bir tirat seçtiyseniz ve hazırlığınızı yaparak temsil etmek istiyorsanız  metni okumak yeterli değildir; metni hissetmek, yazarını tanımak ve bir tiyatro bileti alarak mutlaka seçtiğiniz oyunu izlemeniz de gereklidir:)

Paylaş!